Editör: Ersoy Özdem
Türkiye’de ekonomik kriz her geçen gün derinleşirken Türk halkının satın alma gücü de aynı oranda düşüyor. Vatandaşlar ay sonunu zor getirirken piyasalar üzerindeki kara bulutlar yeni ekonomik hamlelere rağmen dağılmıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçmiş dönem ekonomi yönetiminde faiz indirimi kararlarıyla tüm dünyanın aksine hamleler yapmış ve ekonominin krize sürüklenmesine sebep olmuştu. Erdoğan o dönem yaptığı bir konuşmasında, faiz indirimine devam edileceğini belirtirken “Benden başka bir şey beklemeyin. Bir müslüman olarak naslar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim” demişti.
Krizin giderek derinleşmesinin ardından ekonominin başına Mehmet Şimşek’i geçiren Erdoğan, sözlerinden geri adım atmış ve faiz artırımına gitmişti. Ancak bu da piyasaların ateşini söndüremezken, kur yukarı yönlü hareketine devam ederek tarihi zirveyi gördü.
Ünlü ekonomist Mahfi Eğilmez de Türkiye’nin faiz kararlarıyla ilgili yazdığı yazısında, faizin gerçek bir bela olduğunu yazdı. Eğilmez, kötü ekonominin sorumlusunu açıkladığı yazısında, faiz konusunun bir türlü istikrara bağlanamamasının ekonomiyi buralara getirdiğini yazdı.
Eğilmez, kendi sitesinde yazdığı yazısında şu ifadeleri kullandı;
Faizin yasak (haram) olduğu bütün din kitaplarında yer alır. Buna karşılık zaman içinde bu yasak meselesi çeşitli toplumlarda, din ve mezheplerde farklı yorumlanmıştır. Bazıları yasağa aldırmamaya başlamış, bazıları en katı şekliyle uygulamış, bazıları da faizi başka bir biçimde ve başka bir adla uygulama yolunu seçmiştir. Bu yazıda faize bakış açılarından hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu konusu üzerinde durmayacağım. O konu hem çok tartışılmış ve tartışılması devam eden bir konu hem de ben daha önce bu konuda görüşlerimi yazmıştım. Bugün faizin yanlış uygulanmasının ekonomi açısından yaratacağı bela üzerinde duracağım.
Merkez bankaları, bankalara borç verdikleri fonlara uyguladıkları faizi yanlış belirlediklerinde pek çok sorun ortaya çıkar. Faizin, enflasyondan düşük belirlenmesi insanları, birikimlerini bankalarda ulusal para cinsinden mevduat olarak tutmak yerine gayrimenkul alımına, dövize, altın ve borsaya aşırı biçimde yüklenmeye yönlendirir. Bu yüklenme o alanlarda balonlar oluşmasına ve enflasyonda da yükselişe yol açar. Söz konusu ekonomi eğer dolarizasyona açık, ithalata bağımlı bir ekonomiyse ve merkez bankası faizi enflasyonun çok altında belirlemişse (negatif reel faiz) o zaman bu sayılanlara ek olarak kurlarda da yükselme yaşanır. Kurlarda yaşanan yükselme üretimde kullanılan ithal girdilerin ulusla para cinsinden pahalanmasına ve maliyetler yoluyla enflasyonun daha da yükselmesine neden olur.
Burada en çok merak edilen mesele merkez bankasının bankalara ödünç verirken uyguladığı faizin ekonomiyi nasıl ve niçin etkilediği meselesidir.
Bizdeki geçerli uygulama Merkez Bankası’nın bankalara bir hafta vadeli, repo karşılığı kredi vermesi biçimindedir. Bu krediye uygulanan faize politika faizi deniyor. TCMB’nin son olarak artırıp yüzde 30’a yükselttiği politika faizi bankalara verdiği haftalık borcun yıllık faiz oranıdır. TCMB’nin yaptığı politika faizi artırımının iki anlamı vardır: (1) TCMB, bundan böyle bankalara haftalık krediyi yıllık yüzde 25 yerine yüzde 30 faizle verecektir. Yani bankaların kaynak maliyeti yükselecektir. Bununla birlikte bankaların TCMB’den sağladığı fon miktarı toplam kaynaklarında oransal olarak düşük bir yer tuttuğu için bu faiz artışının banka maliyetlerine olumsuz katkısı sınırlıdır. (2) TCMB, politika faizini artırdığında gelecekte enflasyonun yüksek seyredeceği tahmininde bulunduğu ve onu frenlemeye yönelik önlem almaya devam edeceği mesajını vermiş olur. Bu mesajın amacı enflasyona karşı önlem alındığını vurgulayarak geleceğe ilişkin beklentileri olumlu yönde etkilemeye çalışmaktır. Politika faizi artırılmasından beklenen asıl etki, yaratılmaya çalışılan bu beklenti değişikliğidir.
Bankalar, merkez bankasının faiz artırması sonucunda kaynaklarında ortaya çıkan maliyet artışını ve gelecekte enflasyonun yükseleceği sinyalini dikkate alarak kredi faizlerini yukarıya çekerken bir yandan da rekabet koşullarını dikkate alarak mevduat müşterilerini kaçırmamak için mevduat faizlerini yükseltirler. Bunların olabilmesi için bankalara faiz ve zorunlu karşılıklar dışında müdahale olmaması gerekir. Eğer bankalara doğrudan ya da dolaylı müdahaleler söz konusuysa, örneğin kredilere sınırlamalar getirilmişse ya da bazı büyüklükleri aşmaları halinde düşük faizli devlet tahvili almaları gibi bir zorunluluk yüklenmişse bu sistem farklı çalışır. O zaman bankaların aldığı kararlar ve uygulamalar burada anlattığımız tutarlılıkta olmayabilir. Bankalara bu tür müdahaleler yapıldığında enflasyona göre hala oldukça düşük kalan mevduat faizleri ve olumsuz beklentilerin devam etmesi nedeniyle dövize talep sürmekte ve dolayısıyla TCMB faizi artırsa da kurlar gerilememektedir. Kuşkusuz kurların gerilmemesinin ekonomiyle veya sosyal göstergelerle ilgili başka nedenleri de var.
TCMB’nin faizi artırmasına karşılık beklentilerin istendiği gibi değişmemesinin en önemli nedeni ekonomide geçmişte faiz konusunda sürekli iniş ve çıkışlar yaşamış, istikrarı ve konulan hedefi bir türlü tutturamamış olmamızdır. Ekonomideki bu tür istikrarsız uygulamalar ve tutmayan hedefler beklentilerin olumluya dönmesini zorlaştırır. İnsanlar, alınan kararlardan çok geçmişte alınan kararların nasıl uygulandığına ve ne sonuç verdiğine bakarak beklenti oluştururlar. Mesela enflasyonla mücadele için faizleri yükselten TCMB Başkanına ne olduğuna bakarlar.
Faiz, gerçekten beladır, yanlış yönlendirilirse tek başına ekonomiyi alt üst edebilir. Sonradan doğru yönlendirilse ve o yolda adımlar atılsa bile yanında mutlaka onu destekleyecek bir takım önlemler olması gerekir. Onlar eşlik etmiyorsa faiz konusunda doğru kararlar alınması tek başına ekonomiyi düzeltemez.